24 Mayıs 2009 Pazar

Diasporada Yaşayan Bir Türk, Önce Tarihin Hesabını mı Vermeli?


Kumral saçlarını şöyle bir üstünkörü tarayarak bir daha baktı aynaya. Orada, yüz hatları boyunca uzanan kederli anların derinleştirdiği çizgiler şimdi artık eskisine göre daha bir belirginleşmiş olarak durmaktaydılar öylece. Bakışları, ya onlara ne demeliydi! Neşe ve umut kıvılcımlarının beslediği bu zinde bakışlar, mevsimin henüz kışa dönmediği şu hazan günlerinde böylesine yorgun ve yalnızlığın pençesinde böylesine bezgin bir bitkinliğe mi düşmeliydiler? Yaz günlerinin neşeli koşuşturmaları arasında kışın o zemheri soğukları hep böyle bir işgüzarlıkta bulunup, hazırlığının bulunmadığı bir boş anında mı yakalar insanı?
Yalnızlığı ile baş etmenin yollarını hanidir öğretmişti hayat kendisine. Çocukluk yıllarında önceleri büyüklerinin başarı ihtirası ile itilmişti odasına. Koca odada o çocuk haliyle bir başına geçirdiği yıllar. Raflarda bulunan tozlu kitaplarla konuşmayı denedi önce. Evet, bir karşılık alıyordu onlardan ama bu, bilmediği tanımadığı dillerle verilen cevaplar oluyordu çoğu kez. Gökyüzünün maviliği, yeşil çayırlar ya da lunapark özlemi, okunan kitapların satır aralarından şekillenerek canlanırdı havsalasında. Gittiği okulda arkadaşlarının gözünde bir yabancı olmaktan kurtaramadı kendisini. Edindiği başarılar, nedense bu dışlanmışlığı aşmada yeterli olmuyordu bir türlü. Bir ömür boyu kendi edinimlerinin dışında doğuştan taşıdığı kimlik nedeniyle yaftalanmak ve karşılıklı ilişkilerde yüze vurulmaya hazır bir utanç gibi aslında gurur duyması gereken özelliklerini yutkunmak….Aidiyet duygusunun etkisiyle gittiği kalabalıklarda kendisini bekleyen tuzakları fark ederek geriye çekilmesi, hayatın akışı içerisinde karşısına çıkacak olanlara razı oluşu. Kendi milli değerleri üzerinden yabancıların iç gündem oluşturarak buradan iç siyasette kendi halkı ve insanlarının aleyhine kullanılacak değerler üretmeleri. Ana vatandan kopuşları çook ama çoook önceleri gerçekleşmişti. Babası dahi, ana dilleri olan Türkçeyi zar zor konuşabiliyordu. Bir vakitler Türkiye’ye gidip Sultan Ahmet Camii’ni görmüşlerdi. Öz vatanında bir turist gibi ağırlanması doğrusu ne kadar ağırına gitmişti kendisinin. Tek kelime olsun, ana dilini konuşamaması insanın… Ve kendisi gibi bir nice arkadaşının içine düştüğü içler acısı haller. Sokakta, şurada, burada kendi yazgısına bırakılan bu zavallı insanların oylarıyla parlamentoda bir yer edinmişti edinmesine ama gel gelelim onlar adına yapabilecekleri ne kadar kısıtlıydı böyle! Acaba, ana vatandan bir destek bir himaye gelir miydi kendilerine? Yâda uzanacak bir yardım eli? Güneşin, ufukta insanın içini ürperten soğuk ve yabancı batışlarına sessizce tanık olan bu merdiven altı insanlarının dramından kimler ve kaç kişi haberdardı acaba? Akıllı bir lobi faaliyetinin yürütülmesinden önce, bu insanların varlığından haberdar olmak gerekmez miydi !

Aydın AKDENİZ