Ateism etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ateism etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ağustos 2009 Cuma

Tarlaya, İnsan Tohumu Eken Deist Filozof…


Fontenelle, yıldızlar üzerine anlattığı öğretilerin markiz tarafından ilgi ile karşılanmasından son derece hoşnuttu. Ona gözün görebildiği kadarıyla, insanda bir sonsuzluk hissi uyandıran bu yıldızların hareketlerini hiç üşenmeden tek, tek anlatıyor ve bunların anlaşıldığını gördükçe heyecanı katlanarak daha da artıyordu. İşte, astronomi biliminin temelleri böylesi sıradan insani duyguların etkisi ile atılmıştı. Fontenellinin biyografisini henüz,yeterince araştırmış değilim ama okuduğum kitaplarda adı oldukça sık çıkar karşıma. O’nun markizle duygusal bir etkileşim içine girip girmediği değil konumuz fakat öte yandan ben, mizaç olarak işin bu yönüyle de ilgilenmekten alamam kendimi. Çünkü kanaatime göre düşünürleri, yoğunlaştıkları konuya iten bazı sebepler olmalı. Bu, yeri geldiğinde, rekabete bağlı kıskançlık, bazen şöhret tutkusu, bazen para kazanma hırsı ve bazen de yukarıdaki örnekte olduğu gibi duygusal beklentiler sonucu olabilir. Bilimsel düşüncenin gelişmesinde acaba bireysel etkenler, toplumsal ihtiyaçlara bağlı her tür baskı ve yönlendirmeden daha mı aktif rol oynamaktadır?. Sanırım buna evet demeliyiz çünkü eğer tabiatınızda sizi diğer insanlardan farklı kılan yetenek ve dürtüler varsa, o zaman topluma verilebilecek hazır cevaplarınız daima bulunacaktır. Ve doğal olarak bunlar elbette yaratıcı olmaktan uzak, sıradan cevaplar olacaktır. O halde genel kanaatlerin dışına taşarak gelişimi ortaya koyacak esaslar için bireysel tercih ve niteliklere fazlasıyla ihtiyaç duyulmaktadır.
Fontenelle, astronomiye dair görüş öne süren ilk insan değildi? Ama yaşadığı dönem Avrupa’sında üst tabakadan güçlü bir hanımın kişisel ilgisi, eski öğretilerden bunalıp yeni arayışlara yönelen o toplumun bu konudan haberdar olmasını sağladı. Ortaya çıkan ilgi, kopernik ile zirveye taşındı. Bu arada geometri bilimi gelişti. Asilzade kadınlar, sordukları geometri sorularına cevap veremeyen adayları geri çevirdiler. Derinlemesine etüt edilip artık zihinsel tatmine karşılık veremeyen düşünce akımları demode oldu. Ekonomik olarak diğer zümrelerden sıyrılan kesim, nüfuzunu arttıracak entelektüel kimlik arayışlarına yöneldiler. Bir çeşit tatmin yolu oldu bu arayışlar… Doğrusunu isterseniz antik dönem filozofları geometriye dair çok şey söylemişlerdi zamanında, üstelik benzer kaygılarla yapmışlardı bunu. Fenikeli gemicilere çok şey borçlu idiler bu konuda, çünkü Asya’dan gelen ve bu coğrafyalarda henüz bilinmeyen bu tarz düşüncelerle tanışmaları işte bu Fenikeli gemiciler sayesinde mümkün olmaktaydı. Açıklanabilir basit beklentiler, geniş hayal gücü ile birleştiğinde ve bunu kabule hazır etkili çevrelerin beklentileri yeni bir ekolün ortaya çıkışına uygun olan zemini hazırladığında, bir problem kalmıyordu. Bu etki ile siyasi manipülasyonlar yapılabilirdi. Ve hep yapıldı da. Düşünce sistematiğinin kendi bütünlüğü içinde ortaya koyduğu değer belki bu değerlerin topluma sunulmasının sağlayacağı sonuçlar yanında önemsiz kalabilmekteydi. Daha da önemlisi işin seyrini anlayacak çapta bir entelektüel derinliğe sahip bu kişilerin kendi vicdanlarında esecek duygusal fırtınayı nasıl tatmin edebilecekleri konusu. Allah vergisi bu yetenek ve birikimler ile kendi vicdani kanaatlerini sorgulamaya kalksalar acaba ne ile karşılaşırlar? Şu yaptığı işin ne olduğunu soran kişiye suçüstü yapılan filozofun verdiği cevapta olduğu gibi mekanik, duygusallık ve adaletten mahrum ahlak öğretileri mi? icat edilecek…“ insan tohumu ekiyorum! ”

Aydın AKDENİZ

Alaturka Hezeyanlarda Şu “Dini seven bir dinsizin Tanrı teorisi” ne Yaklaşımlar!


“Dini seven dinsiz”, makalenin başlığına konu olan bu tanımlama, yazar tarafından muhtemelen okuyucu üzerinde oluşturacağı düşünülen ilgi nedeniyle özellikle seçilmiş olsa da gerçekte böylesi bir tanımlama ile örtüşebilecek herhangi bir inanç ve değerler sistemi bulunmamaktadır tarihin akışında. Bu olsa, olsa ancak her iki taraf arasında iyi niyetlerle uzlaşıyı amaçlayan bir temenni olabilir. İnsanlığın savaş, tabii felaket ve salgın hastalıklar nedeniyle dayanılması güç, bunalımlı dönemlerde bir an için aradaki görüş ve inanç farklarını bir tarafa bırakıp karşılarına çıkan sorunlara birlikte çözüm arayışına girdikleri bilinen bir gerçektir. Nitekim sanattan edebiyata, mimariden müziğe pek çok alanda bu arayışın yansımaları olduğunu görmekteyiz. Makalede, izahına çalıştığım anlatımla örtüşen içeriğe katılmamak elde değil fakat öte yandan sosyolojik bağlamda, gelişerek günümüze gelen felsefi ekoller ve inançla ilgili değerler sistemini doğru okumak zorundayız. Kâinatta, basit bir tanımlama ile yaratıcı bir güç bulunamayacağını öne süren öğretilere ateizm denilmektedir. Bu kendi içinde değişmez tek bir öğretiye sahip değildir. Antik dönemden bugünlere kendisine muhatap alıp karşı duruş sergilediği inançlar karşısında değişerek bugünlere ulaşmıştır. Ve yine karşısına aldığı kanadın yoğun karşı çıkışlarına maruz kalmıştır. Karşılıklı olarak tezler ve anti tezler atılmıştır ortaya. Somut ve nesnel olanın konu edildiği metodolojisi nedeni ile bilimselliği temsil ettiği düşünülmüştür. Ateist yaklaşımların ihmal ettiği erdemlilik ve ahlaki olgu, tanrının varlığını kabul etmekle birlikte vahyi görmezden gelen bir başka felsefi akım tarafından karşılanmak istenir ki buna Deizm adı verilir. Resmi anlamda kabul gördüğü 16. yüzyıl Fransa’sından önce İtalya’da ortaya çıktığı kabul edilir. 164 yılında Paris’te Charbury baronu Edward Herbert, deizm hakkında bir eser yazmıştır. Kendisine dindar bir görüntü vermeye çalışarak ileri sürdüğü şeylerin birer dini gerçek olmayıp sadece bir din anlayışı olduğunu belirtmiş ve aradaki ayrıma dikkat çekmiştir. Sonraki dönemlerde ara, ara çıkarak ortaya, varlığını hissettirmiştir. Yaklaşımını kısaca, tanrıya, on emir ve tabletlerde verildiği biçimden tamamen farklı bir nitelik kazandırma eğilimi şeklinde özetlemek mümkün. Bugün dahi Musevilik ve Hıristiyanlık öğretilerinin önce kendi içlerinde ve sonra birbirleri ile kıyasıya rekabet ve mücadele içinde oldukları gerçeği, bahsi geçen coğrafyalarda bu akımların niçin yaygınlık kazandığını sanırım bizlere somut bir şekilde açıklamaktadır.

Aydın AKDENİZ