abraham b. yehoshua etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
abraham b. yehoshua etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2008 Salı

Liberal Bir İsrail Lobisi

ABD'de, siyonist İsrail lobisinin karşısına liberal Yahudilerin görüşlerini yansıtan uzlaşmacı bir lobi gerekliliği üzerine...
Perşembe, 03 Nisan 2008 14:35
Liberal Bir İsrail Lobisi

ABD'deki 'İsrail Lobisi'nin gücünün sınırlarını tam olarak ölçmek çok zordur. Fakat lobinin, şahince tutumları pek çok Amerikan Yahudisinin görüşleri ve çıkarlarıyla çatışmaktadır. Peki, neden ona karşı çıkacak barışçı bir lobi yok? Nihayet ona karşı çıkacak bir lobi ortaya çıkmak üzeredir.

Ocak sonunda İsrailli romancı Abraham B. Yehoshua, ülkenin en çok satılan gazetesi Yediot Ahronot'ta, ABD'yi geçici bir süreliğine, büyükelçisini İsrail'den çekmeye çağırdığı bir makale yazdı. Yehoshua, diplomatik küskünlük hamlesinin, Amerika'nın İsrail'le dostluğunun delili olacağını söyledi.

Yehoshua, "Bunda amaç, İsrail başbakanı Olmert'in hem ülkesinin hem de uluslararası toplumun hukukunun ihlali olan ve ileri karakol olarak adlandırılan küçük Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini boşaltması için baskı olacaktır" şeklinde yazdı.

Olmert ve selefi Ariel Şaron, başkan Bush'a üç yıl içinde ileri karakolları tasfiye edecekleri sözünü vermişlerdi. Olmert, açıkça harekete geçmemesiyle ülkenin kendisini utandırdığını söyledi fakat ileri karakollardaki yerleşimcilerin şiddetli protestolarından korkuyor.

Pek çok İsrailli ABD ile iyi ilişkilere değer verdiğinden, bir Amerikan memnuniyetsizliği, Olmert'in ihtiyaç duyduğu kamu desteğini üretecektir. Yehoshua, "Eğer ABD, İsrail'in gerçek dostu ise sembolik bir protesto hareketi üzerinden ona yardım etmelidir" dedi.

Yehoshua, İsrail kültüründe devasa bir figür. Romanları, kanun hükmünde. Açık bir biçimde barışçı fakat sol ana akımın içinde. O, bütünlüklü bir Yahudi yaşamının ancak İsrail'de olabileceğini söyleyerek diaspora Yahudilerini gücendiren eski moda bir siyonist aynı zamanda. Dolayısıyla, İsrail'e baskı yapması için Amerika'ya çağrıda bulunan adam, radikal değil. (Aslında, Yehoshua'nın makalesi, İsrail'de muhtemelen niteliksiz olarak değerlendirilip hemen kamuoyu dikkatlerinden çekildi.)

Yehoshua'nın İsrail politikalarına, ABD'nin yüzeysel müdahale etmesi için bir talepte bulunması, İsrail barışçı bloğunun ümitsizliğini gösteriyordu. Solun bir zamanlar yasaklanan fikirleri -iki devletli çözüm ve yerleşimcilerin bulundukları yerlerden çıkarılmaları- şimdi saygı görüyor. Bir sağcı olan Olmert, onları destekliyor. Fakat hiçbir şey olmuyor. Neden, kanaat sahibi bir kişilik, entrika faaliyetine eğilim duymaz ki?

ABD, BM Güvenlik Konseyi'nin kınamalarını veto ederek, yardım sağlayarak, İsrail için bu rolünü bitirdi. Birileri sadece İsrail'in aslında neye ihtiyaç duyduğunu, tanrılara söyleme ihtiyacı duyuyor.

Bunu Yehoshua ile dalga geçmek için değil ona katıldığımı ifade etmek için yazdım. İlerlemeci bir İsrailli olarak ben, ABD politikasında bir değişikliği görmeyi arzuluyorum. Ben, Yehoshua ile birlikte ABD'nin yapacağı doğru hamlelerin, barışa ulaşma adına ihtiyaç duyulan adımlar için, İsrail'de halkın desteğini uyandırabileceğine inanıyorum.

Ben aynı zamanda başkan Bush'un, Yehoshua'nın tavsiyesini yerine getirme şansının olmadığına da inanıyorum. Eğer bir ABD kongre üyesi, benzeri bir öneride bulunmuş olsaydı, Amerikan İsrail Devlet İşleri Komitesi (AIPAC) kesinlikle Kasım seçimlerinde onun rakibine bağışta bulunmayı teşvik ederdi. Bu, John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt'ın İsrail Lobisi adını taşıyan ünlü kitaplarında ileri sürdükleri gibi, 'İsrail lobisi'nin ABD'nin Ortadoğu politikasının araçlarını kontrol ettiği anlamına gelmez mi?

Tam olarak değil. (Mearsheimer ve Walt'ın her ikisi de sırasıyla Chicago ve Harvard üniversitelerinden seçkin birer uluslararası ilişkiler uzmanıdırlar. Bir eleştiri ve anti-semitizm suçlamaları fırtınasına neden olan kitapları; güçlü bir 'İsrail Lobisi' tarafından güvenceye alınan İsrail için şartsız destekle ABD dış politikasının olağan yolundan saptırıldığını ileri sürüyordu. Fakat onlar bu meseleyi birkaç açıdan abarttılar. Gücünün çapı ve limitleriyle ilgili daha doğru bir fotoğraf çizebilecek olan sorgulayıcı bir araştırma yapmada başarısız olurlarken, açık bir şekilde belirtilmeyen 'lobi'ye abartılı bir güç izafe ettiler.)

Peki, tam olarak AIPAC ile ilgili ne söyleyebiliriz? Diğer küçük gruplarla birlikte AIPAC, büyük oranda ABD politikalarında, İsrail ve ABD Yahudileri için konuşan bir ses olarak görülüyor. Fakat AIPAC kesinlikle, Ortadoğu politikaları konusunda pek çok Amerikan Yahudisinden daha şahindir. Nüfuzunun derecesini tam olarak ölçmek zor olmasına karşın, bütün verilerden –özellikle de kendisine ait olanlardan- hareketle değerlendirildiğinde, AIPAC etkili bir kongre lobicisidir. Ve kendisine meydan okunduğunda, fazlasıyla hırçındır. Fakat onun, İsrail'in kısa vadeli güvenlik ihtiyaçlarına acımasızca yoğunlaşması, İsrail'in yaşayabilir bir barış anlaşmasına duyduğu uzun vadeli güvenlik ihtiyacına zarar vermektedir. O zaman neden AIPAC karşıtı barışçı bir lobi yok?

Bu soruya cevap vermeye çalışmadan önce, var olan lobilerin nasıl çalıştığını, açıkça ortaya çıkarmaya çalışmaya değer. Lobicilik perde arkasında yapıldığından, etkisi de yasamanın nüanslarından ölçülebildiğinden dolayı; ciddi bir araştırmacı, arşivler, resmi dosyalar, lobicilerle mülakatlar ve kongre çalışanları üzerinden, süreci izlemek için kazı yapacaktır. Araştırmacı aynı zamanda, lobiciliğe ek olarak, ABD'nin Ortadoğu politikasını, neyin belirlediğini de ortaya çıkarmaya çalışacaktır. Bunları düşündüğümüzde Mearsheimer ve Walt bu çalışmayı yapmada başarısız oldu.

Yayınlanan haberlerden ve -nerdeyse bütününün isim vermeden bu mesele ile ilgili konuşmada ısrar ettiği- Washington kaynaklarından hareketle düşünürsek, düzgün bir çalışma AIPAC'ın kongre üyelerini eğer İsrail'e yardım ve silahı vermeyi onaylarlarsa kampanyalarına yapılan bağışları arttıracaklarına ikna ettiği sonucuna varacaktır. Dahası bu çalışma kesinlikle politikacıların bu yardıma -örneğin İsrail'in işgal altındaki bölgelerdeki yerleşimleri için harcadığı masrafta indirime gitmesi gibi- şartlar eklemekten korktuğunu ifade edecektir.

Araştırma aynı zamanda, AIPAC'ın bazen kaybettiğini de yazacaktır. 1981'de Ronald Reagan'ı, Suudi Arabistan'a AWACS keşif uçakları satmaktan alıkoymada başarısız olduğu gibi.

Lobiciler, şimdiye kadar sadece dış ilişkileri etkileyebildiler. ABD'nin temel çıkarları, onun Ortadoğu'ya yönelik dış politikalarını belirlemektedir fakat bu çıkarlar ne açık ne de bir diğeriyle uyumludur. Problem, 1966'ya kadar başkan Johnson'ın ulusal güvenlik danışmanı olan McGeorge Bundy tarafından, 40 yıldan fazla bir süre önce, vurgulandı. Haziran 1967'de altı gün savaşı başladığında Bundy, Beyaz Saray'a geri çağrıldı. Bir ay sonra Bundy, ABD'nin Ortadoğu ile ilişkileri için dokuz sayfalık bir 'çerçeve politikası' yazdı.

Bundy doktrininin temeli şuydu; ABD çıkarları birbiriyle çelişiyor: ABD, İsrail'in yaşamasını istiyor fakat aynı zamanda İsrail'e karşı tavır koymasını isteyecek batı yanlısı Arap devletleriyle de iyi ilişkileri var. Savaş, ABD nüfuzunun sınırlı olduğunu gösterdi; Washington, İsrail'e karşı kavgaya katılmaktan Araplar arasındaki en iyi dostlarını bile vazgeçiremedi. Washington, İsrail politikasıyla uzlaşmadığında bile, Bundy, ABD'nin, İsrail'in kendisini savunmaya yetecek kadar silah vermesi gerektiğini söylüyor. İsrail yenildiğinde, ABD kendi askerlerini savaşa gönderip göndermeme konusunda 'acı ve sevimsiz seçeneklerle karşı karşıya kalacaktır.'

Kırk yıldan beridir Bundy'nin tasviri, geçerliliğini koruyor. İsrail'i güçlü tutmak onu doğrudan savunmaktan daha kolay hatta daha ucuzdur. Fakat Washington, aynı zamanda Arap müttefiklerle de uyuşmak zorunda. Bundy doktrini, Arapların ve İsraillilerin bir barış anlaşması yapmalarını sağlamanın, ABD politikasındaki çelişkileri ortadan kaldıracağını ima ediyor ve ona göre bu, İsrail güvenliğinin en iyi garantisi olacak. Bundan sonra sorun; ABD'nin İsrail'in yakın dönemdeki güvenlik ihtiyaçlarını gidermeye ne kadar eğilim duyacağı ve stratejik bir çözüm olarak bir barış anlaşması için İsrail'i ne kadar zorlayacağına dönüşüyor.

Liberal Bir İsrail Lobisi -2-
Kongre lobiciliğini bilen kaynaklara göre AIPAC, ABD politikasını nerdeyse bütünüyle güvenlik gereksinimleri ve savaş halindeki bir İsrail'i koruma hattında tutmaya çalışıyor.
Cumartesi, 05 Nisan 2008 14:56

Gershom Gorenberg

Kongre lobiciliğini bilen kaynaklara göre AIPAC, ABD politikasını nerdeyse bütünüyle güvenlik gereksinimleri ve savaş halindeki bir İsrail'i koruma hattında tutmaya çalışıyor. Bu, kendisini 'Amerika'nın desteğinin güçlü olmaya devam etmesini sağlayarak İsrail'in daha fazla güvenli olmasına yardım etmek için çalışıyor' olarak tarif eden web sitesindeki AIPAC amentüsünün arkasındaki imadır. AIPAC, açıkça barış çabalarına karşı çıkmıyor. Fakat teşvik etmekle övündüğü inisiyatiflerin listesi, iki devletli çözümü hedefleyen hiçbir şey içermiyor ve daha çok ABD'nin Filistinliler, Araplar ve diğer Müslüman aktörlerle ilişkilerini sınırlamayı hedeflemekte. Bunun örnekleri arasında İsrail'e yapılan yardımın arttırılması ve 1967'de 'Kudüs'ü yeniden birleştirdiği için Yahudi devletini öven' bir Temsilciler Meclisi kararı var. Bunların yanı sıra Filistin devletine yapılan yardımlara şartlar koymaya ve Suriye'ye yönelik yaptırımları mümkün kılmaya yönelik çabalar da var.
Barışçı İsrail Politika Forumu'ndan MJ Rosenberg'in yorumladığı gibi, "onlar yani AIPAC, kongrenin üzerinde her tür ve şekilde, Filistinlilere güven telkin etmeyen bir atmosfer meydana getiriyor."

Malumat sahibi bir diğer kaynak, bana AIPAC'ın, Filistin tarafını 'kötü olan her şeyin sorumlusu olduğu' şeklinde Amerikan tutumunu teşvik ettiğini söyledi. Bu anlayışa göre 'Filistin tarafı ilk önce kendini ispatlamak zorunda.' Ve bu anlayış bütün barış süreçlerindeki anlayışın ifadesidir. Barış süreci, başlamadan öldürülüyor.

Söylendiğine göre AIPAC, İsrail hükümetinin kendisi barış yapmaya çalıştığında bile, engeller oluşturuyor. Örneğin, 1995'te ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınması için kongrede bir yasanın çıkmasını destekledi. Yasama, İsrail yanlısı göründü. Fakat Michael Massing'in New York Review of Books'ta ve başka yerlerde ileri sürdüğü gibi bu girişim Filistinlilerle görüşen başbakan İzak Rabin için, bir tuzaktı. Büyükelçiliğin taşınması, Oslo barış görüşmelerini engelleyecekti. (Yasa, başkan Clinton ve Bush'un büyükelçiliği Kudüs'e taşımaktandan kaçınmalarını mümkün kılacak yasal boşluklarla birlikte geçti.)

Sorumlu bir araştırmacının rahatlıkla söyleyebileceği bir diğer şey; ABD politikalarında AIPAC, Amerikan Yahudilerinin düşüncesini temsil etmemektedir. 2004'te oy kullanma sonrasında yapılan anketlere göre Yahudilerin yalnızca yüzde 24'ü Bush'u destekledi. Fakat Bush, bu yılın başlarında AIPAC toplantısında konuşma yaptığında söylendiğine göre delegeler 'dört yıl daha' şeklinde tezahürat ve alkışlarla, 67 kez onun konuşmasını kestiler.

Liberal Yahudiler, Ortadoğu meselelerine bile başvurmaya eğilim gösteriyorlar. Amerikan Yahudi Komitesi'nin, Yahudilerin düşünceleri ile ilgili son zamanlarda yaptığı araştırma, ABD Yahudilerinin yüzde 46-43 gibi bir çoğunluğunun, bir Filistin devletinin kurulmasını istediğini gösteriyor.
Irak savaşını destekleme, Yahudiler arasında, Amerikalıların genelinde olan orandan, sürekli düşüktür.

AYK araştırması, Amerikan Yahudilerinin yüzde 57-35'inin, İran'ın nükleer programını durdurması için, bir Amerikan askeri harekâtına muhalefetini ortaya çıkardı.

AIPAC'a gelince, onun hâlihazırdaki yasama çıkarları, İran'a yönelik şahin bir tutumu teşvik etmektir. Örgütün web sitesi İran'la ilgili bir senato kararı olan geçen yılki Kyl-Lieberman değişikliğinin geçmesindeki AIPAC'ın oynadığı rolü kutluyor. Diğer kararların yanı sıra değişiklik Devrim Muhafızlarını, terörist bir örgüt olarak damgaladı. Siyasi yorumcular, kararın Bush yönetiminin İran'a karşı bir savaşa girişmesinin kapısını açabileceğini söylüyorlar. Her şeye rağmen 100 senatörden 76'sı, kararı onayladı -bunun anlamı kararın demokratlar arasında bile destek bulduğudur-.

Bu oylama Mearsheimer ve Walt'ın çalışmasından çok sonra yapıldı fakat ortaya büyük bir soru çıkarıyor: Demokrat kanun yapıcıların, görünüşe göre hem kendi seçmenleri hem de ABD Yahudi görüşü için doğru olan bir tavrı göstermelerini etkilemede AIPAC'ın rolünün önemi ne kadardır? Bu öylesine bir soru değildir; Demokratlar'ın güçsüz görünmeye yönelik uzun süreli korkularını da içeren diğer faktörlerin baskısı da hesaba katılmalıdır.

Herhalükarda Mearsheimer and Walt, bu duygusal meselede ihtiyaç duyduğumuz makul ve dengeli bir kitap yazmadılar. Diğer şeylerin arasında, onlar, neo-con hareketi, İsrail'in kendileri için sadece bir mesele olduğu ve bazen Ortadoğu ile ilgili tutumları keskin bir şekilde İsrail hükümetinin tutumlarından farklılaşan daha geniş bir politik hareketten ziyade İsrail lobisinin bir alt kümesi olarak tarif ettiler. Örneğin neo-conlar, Arap ülkelerini demokratikleştirebileceklerini düşündüler; İsrailli yetkililer ve uzmanlar genel olarak bu demokrasinin İslamcı radikalleri güçlendirebileceğinden veya komşularını istikrarsızlaştırabileceğinden korktular ve Irak'ın istilası ile ilgili kararsızdılar.

Fakat belki de en çarpıcı hata şudur; Mearsheimer ve Walt, AIPAC'ın kendisinin gücüyle ve temsil ettikleriyle ilgili iddialarını kabul ediyorlar. Bu yazarlar bir AIPAC yetkilisinin bir gazeteciye '24 saat içinde bu mesele ile ilgili 70 senatörün imzasını toplayabiliriz' demesini alıntılıyorlar ve bunun yalan olmadığı konusunda ısrar ediyorlar.

Her ne kadar bazen 'lobi'nin Amerikan Yahudi topluluğu ile aynı olmadığını belirtseler de, onlar aynı zamanda Yahudilerin yüzde 20 ve yüzde 60 oranında bağışları Demokrat Parti'ye ve adaylarına verdikleri ile ilgili yaklaşık tahminleri delil olarak alıntılıyorlar ve bunu 'lobi'nin gücü olarak açıklıyorlar.
Tuhaf bir şekilde, kitap, böylece AIPAC için bir reklâma dönüştü.

Destekçileri için örgütün çekiciliği; onun kongre ve ABD politikası üzerindeki nüfuzu, onun adayları cezbetmesinin nedeni de Yahudi bağışlar üzerindeki ve daha az etkili olmak kaydıyla seçmen üzerindeki nüfuzudur. Görebildiğimiz kadarıyla böyle bir gerçek var fakat aynı zamanda efsanevi bir gölge de var ve politikacılar bazen bu efsanevi gölgeden korkuyorlar. Olası bir AIPAC karşıtı barışçı lobinin var olma ihtimali, gölgenin korkusunu dağıtmada yatmaktadır.

ABD'li politikacıların AIPAC'ın kara listesine girme endişesi, özellikle seçim kampanyaları sırasında yeterince açık bir hale gelmekte. Onun bir lobi olarak konumunun anlamı, onun adaylar için doğrudan para toplama veya onu onaylama izninin olmadığıdır. Rosenberg, bunun yerine lobi, gerçekten para toplayan ve bağışları dağıtan "50—60" arası politik faaliyet komitesi ile çalışmaktadır, diye açıklıyor.

Bir politikacı için AIPAC'ın onayını kazanmasının yolu; Hillary Clinton'un geçen yıl web sitesinde yaptığı gibi, İsrail ile ilgili bir tavır açıklaması yayınlamaktır. Clinton, İsrail'i 'demokrasinin ne olabileceğinin ve olması gerektiğinin feneri' olarak övmekle başlıyor, 'İsrail'in bölünmemiş bir Kudüs'ü başkent olarak hak ettiğini ve bunun asla tartışılmaması gerektiğini' ileri sürüyor. (İsrail'in başbakan yardımcısı Haim Ramon, Kudüs'ün politik bir bölünmesinin görüşülmesini savunanlar arasındadır.) Clinton, Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerinin fiili olarak İsrail ile birleştiğini kabul edecek bir şekilde, duvarın işgal edilmiş bölgelerden geçtiğinden söz etmeden, 'güvenlik duvarı örmenin İsrail'in hakkı' olduğunu savunuyor. Açıklama gerçekten de, yerleşimden, işgalden veya İsrail politikasında faydalı bir değişiklikten bahsetmemektedir. Bu açıklamasıyla Clinton, İsrail'de sağlam bir sağ kanat politikacısı olabilir.

İsrail ile ilgili kendi politik beyanına sahip olan diğer Demokrat başkan aday adayı Barack Obama, açılışı, AIPAC forumuna küçük bir konuşmayla yaptı. Dikkat çeken bir şekilde onun açıklaması, 'barış ve güven içinde yan yana yaşayan iki devlete yönelik çalışma' ile ilgili bir vaat içeriyordu. Obama, aynı zamanda doğrudan görüşmeleri de kapsayacak şekilde İran'a yönelik stratejide bir değişiklik için fazlasıyla açık bir çağrıda bulunuyor.

Obama kampanyasının bir danışmanı, AIPAC'ın senatöre karşı olan bir şey söylemediğini vurguluyor. Fakat Önemli Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansı'nın başkan yardımcısı Malcolm Hoenlein, İsrail gazetesi Haaretz'e, endişeyi tahrik etmeyi amaçlayan bir yorum olarak "Obama'nın kampanyasındaki zeitgeist (çağın ruhu) ile ilgili meşru bir kaygı var" dedi. Obama açıkça Clinton kadar İsrail yanlısı olabileceğini göstermek için çaba sarfediyor. Örneğin, Ocak ayında ABD'nin BM nezdindeki temsilcisi Zalmay Halilzad'a Gazze krizi ile ilgili herhangi bir Güvenlik Konseyi kararının "açık ve net bir biçimde İsrail'e karşı gerçekleştirilen roket saldırılarını lanetlemesi" gerektiği konusunda ısrar ettiği bir mektup göndererek, bunu göstermeye çalıştı. Mektup, İsrail'in Gazze Şeridi blokajı ile ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyordu. (Benimle konuşan Obama'nın danışmanı; ön seçimlerde oy kullanımı sonrasında yapılan anketler, Obama'nın Yahudi seçmenler nezdinde Clinton kadar belki de ondan daha fazla destek aldığını gösterdi, dedi. Fakat bu Obama'nın; Yahudi seçmeni, standart tavrı sürdüreceği konusunda veya onun daha barışçıl politika imalarından gerçekten etkilenenleri ikna ettiği anlamına gelir mi?)
Bir AIPAC desteği şüphesiz, İsrail'in kendileri için fazlasıyla politik bir mesele olduğu bağışçı ve diğer seçmenler için sorundur. Fakat bunlar küçük bir azınlıktır. Amerikan Yahudi Komitesi'nin son araştırmasında, katılanların sadece yüzde 6'sı, bu yıl başkanlık için birini seçmede, İsrail'in en belirleyici mesele olacağını söylemiş.

İsrail'in kendileri için ana mesele olduğu insanlar, İsrail ve Ortadoğu meselesinde güçlü bir şekilde sağçı görüşlere sahip olmaya ve İsrail'i sürekli yok olmanın eşiğinde görmeye eğilim duyuyorlar. Ve bunların AIPAC'ın kendisini de kapsayan Yahudi örgütlerinde, İsrail ile ilgili tartışmalarda baskın oldukları görülmektedir. Diğer pek çok Yahudi kampanya destekçileri -Irak, ekonomi, kürtaj ve daha fazlasıyla ilgili- geniş özgürlükçü bir ajandayı desteklemektedirler. Fakat adaylarla görüşmelerde, İsrail ile ilgili görüşlerinden bahsedecek gibi görünmüyorlar.

Dolayısıyla AIPAC karşıtı bir lobinin ilk görevi; seslerini daha fazla duyurmak için işgale son verilmesini, iki devletli bir çözümü ve iki devletli çözüme ulaşmak için daha aktif bir ABD rolünü destekleyen barışçı Yahudi bağışçılar bulmak olacaktır. Böylelikle politikacılar AIPAC'ın desteğini Yahudilerin desteği olarak görmeyi terk edeceklerdir. İkinci bir görev; İsrail ile ilgili daha ılımlı tavırları, para vermenin şartı haline getirecek bağışçıları bir araya getirmek olacaktır -lüks oturma odalarında adaylarla görüşme ve 'İsrail'i işgal arzusundan kurtarmak için ne yapacaksın' demeye istekli bağışçılar.

Hillary Clinton'un, sorun ile ilgili görüşleri, sanki Benyamin Netanyahu tarafından yazılmışlar gibi olmazsa, kaybetmekten çok kazanacağını bilmeye ihtiyacı var.

Bir yıldan fazladır 'liberal bir İsrail lobisi'nin oluşma aşamasında olduğu ile ilgili haberler var. Projeye yakın kaynaklar, görünüşe göre planların hazırlanmakta olduğunu söylediler.

Yeni grup, şahit olduğumuz üzere, kısmen Amerika'daki liberal Yahudilerin etno-sentrik meselelerden çok genel ABD politik meseleleriyle ilgilenmeye daha fazla meyilli olmalarından dolayı, pek çok meydan okumayla karşılaşacaktır. Fakat yeni bir lobi için önereceğim ilk ilke, Filistinlilerle iki devletli bir çözüm temelinde hareket etmenin, İsrail'in stratejik amacı olması gerektiği ve Amerika, İsrail'in bu noktaya gelmesine yardım ederek kendi çıkarlarına hizmet etmiş olacağı ilkesi olmalıdır.

Ana akım Siyonist vizyon, bütün vatandaşlar için tam haklar ile birlikte Yahudi bir çoğunluğun olduğu, komşularıyla barış içinde yaşayan demokratik bir devletti ve hala da öyledir. (Bu İsrail bağımsızlık deklerasyonunun ifade ettiği şeydir.) Devlet, sadece bu çoğunluktan dolayı Yahudi olmalıdır, ayrımcılık üzerinden değil.

Bu vizyon ile işgal altındaki bölgelerin hakimiyetine devam etme arasında katlanılmaz bir çelişki var. Batı Şerialı Filistinlileri askeri hâkimiyet altında mahrum bırakmak ve İsrailli yerleşimcilerin güvenliği için günlük faaliyetlerini kısıtlamak, demokrasiyi zayıflatıyor. Öte yandan Batı Şeria ve Gazze'yi birleştirme ve Filistinlilere vatandaşlık hakkı vermek, iki uluslu bir devlet oluşturma anlamına gelmektedir. Böylesi tek bir devlet idaresinde, iki ulusal grup arasındaki çatışma, bu günkü Belçika'dan çok 1990'ların Bosna'sına daha çok benzeyecek gibi görünmektedir.

Bu yüzden İsrail için, iki devletli çözüme ulaşmak stratejik bir gerekliliktir. Buna ulaşmanın tek yolu ise bir barış anlaşmasıdır. İsrail'in Batı Şeria'dan güvenli bir şekilde çekilmesinin tek yolu; Filistinlilerin iki devlet ilkesini, tartışmalı anavatanın bölünmesini kabul ettikleri bir anlaşmadır. Filistin hükümeti, kendi bölgesini kontrol edebilecek ve hizipçi grupların Filistin'in bütünü için devam eden silahlı mücadeleden alıkoyabilecek kadar güçlü olmalıdır. Bir barış anlaşması için üzerinde çalışma yapılabilecek tek zemin, bazı küçük sınır değişiklikleriyle birlikte İsrail'in Batı Şeria'dan tamamen çekilmesidir -dolayısıyla yerleşimlerin çoğunu terk etmek İsrail'in geleceği içinde bir gerekliliktir.

Tek devletli bir sonuçtan kaçınmak, aynı zamanda bir Amerikan amacıdır. İsrail, ABD yanlısı kalmaya bağımlı olabilecek, Ortadoğu'daki bir devlettir. Bu durum, bir Filistinli çoğunluğuna sahip olacak ve toplumsal çatışmalara gömülmüş tek devlet için geçerli olmayacaktır.

Dolayısıyla gerçek bir İsrail yanlısı lobinin ilk önceliği, iki devletli bir çözüme ulaşılmasında, olası en aktif rol için ABD'yi zorlamak olmalıdır. İsrailli stratejik analist Yossi Alpher'in vurguladığı gibi, sadece ve sadece, 1973 savaşından sonra 'ABD başkanının bütün prestijini' temsil eden bir elçi, görüşmeleri geliştirmek için bölgeye geldiğinde; ABD, Arap-İsrail barışını ilerletmede başarılı oldu.

Aynı lobi, arabulucu uzlaşmaları hedeflemeli ve sonrasında, onları bu uzlaşmalar konusunda zorlamalıdır. Yeni lobi, Filistinli mültecilerin, Filistin devletinde yeniden yerleştirilmeleri ve İsrailli yerleşimcilerin İsrail içinde yeniden iskan edilmeleri için kaynaklar da sunmalıdır. Fakat destekler katı şartlara bağlı olmalıdır: Filistinliler için mültecileri İsrail içinde iskân etmeyi terk etme, İsrail için de, şimdiye kadar elinde tutma konusunda ısrar ettiği yerleşimleri boşaltmak. Liberal İsrail lobisi, kongrenin barış adına böyle bir destek sağlaması için çalışmalıdır.

Diplomasi, aynı zamanda her iki tarafa ve ilgili Arap devletlerine etkili bir baskı oluşturma anlamına da gelmektedir. ABD, Batı Şeria'daki Filistin hükümetinin, bölgesinde bulunan bütün hizipleri silahsızlandırması üzerinde ısrarcı olmalıdır. Fakat ABD, İsrail'e de baskı yapma ihtiyacı duyacaktır. Şu an, İsrail kamuoyu devletin yerleşimler için ne kadar masraf yaptığını bilmiyor. Şu anki yardımın düzeyi için bir şart olarak finansal şeffaflıkla ilgili Amerikan ısrarı, İsrail demokrasisine ve yerleşimlerin durdurulması için iç desteğin artmasına yardımcı olacaktır.

A.B. Yehoshua, ileri karakollar tasfiye edilmediği için ABD'nin sonunda gerçek bir memnuniyetsizlik göstermesi gerektiği konusunda haklıdır. Bu Washington'un, yapması gerekeni bilen bir İsrail hükümetine nasıl yardımcı olabileceğinin örneğidir. İç baskıları aşmak için bu gereklidir.

Gerçekçi bir şekilde, liberal bir İsrail lobisi bile ilerici İsraillilerden daha çekingen olacaktır. Çok az AmerikanYahudisi, ABD'nin İsrail'e baskı yapmasını istemede, kendini rahat hissedecektir. Açıkçası lobinin görevi, diplomasi ve iki devletli bir çözüm için desteği arttırmak olacaktır. Fakat aynı zamanda bu lobi -özellikle de liberal olan politikacıların- kendilerine para ve oy verecek alternatif bir lobinin olduğu düşüncesiyle, kendilerini güvende hisseden pek çok politikacının, İsrail-Filistin meselesi hakkında, gerçekten ne düşündüklerini söylemelerine izin verecektir.

Bu lobi, sessiz bir şekilde, görüşmelerde başkanın elini bağlamak için, AIPAC'ın kongre için yaptığı lobi faaliyetini dengelemelidir. Eğer gerçekten bir barış süreci başlarsa, İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ü bölmemeyi gerektiren AIPAC'ın desteklediği kongre çözümü, görüşmeleri zayıflatacaktır. Liberal lobinin görevi, Kutsal Şehir'in geleceğine her iki tarafın da karar vereceği pragmatik bir duruşu zorlamak olacaktır.

Fakat gerçek bir İsrail yanlısı politika, Filistin meselesinin ötesindedir. İsrail ve Suriye arasındaki barış görüşmelerinin yenilenmesi hem İsrail'in hem de ABD'nin çıkarınadır. Eğer görüşmeler başarılı olursa, İsrail'e kan kaybettirmek için Suriye'nin Hamas ve Hizbullah'ı vekiller olarak kullandığı soğuk savaştan daha iyi olan bir soğuk barış dönemine girilecektir. Suriye ile resmi olmayan gizli görüşmeler yaptığını açıklayan İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın eski genel direktörü, 'Herhangi bir barış görüşmesinin bir bölümü Suriye'nin kendisini tekrar Batı'ya döndürmesi olacaktır' diyor. Bu İran'ın bölgedeki konumunu zayıflatacak ve ABD için parlak bir zafer olacaktır. Liberal bir lobi, böylesi görüşmeler için ABD desteğini teşvik edebilir.

İran meselesinde bile liberal bir lobi, olası bir değişikliği cesaretlendirebilir. Bir İran bombası, kesinlikle İsrail için ciddi bir tehlikedir. Fakat ABD'nin Tahran'la görüşmeyi reddetmesinin anlamı, tehdidi azaltma araçlarını terk etmektir. İsrail'de pazarlığı savunan, uzlaşmaz stratejik analizciler var. Onlara göre bu pazarlık; ABD'nin uranyumu zenginleştirme ve terör gruplarına desteği kesme karşılığında, İran rejiminin kabulüdür.

Eninde sonunda İsrail'in amacı; Ortadoğu'yla çatışan bir garnizon değil onun bir parçası olmak, olacaktır. İsrail veya ABD'nin olası çok kavgacı politikalarını desteklemek, her iki ülkeye de zarar verecektir. Washington'da bu mesajı duyuracak liberal bir sese ihtiyaç var. Belki de bu ses, yapay müdahalenin başka bir şekli için bir umut olur. Eğer böyleyse bunu düşünen kişilik uzun süre gecikmiştir.

Kaynak: Dünya Bülteni
Tercüme: Ali Karakuş
Hazırlayan: A. Akdeniz