15 Kasım 2008 Cumartesi

Tarihte Bab-ı Âli kavgaları ; “ Ben senin cemaziyülevvelini bilirim !…”


Babıali şeklinde kısaca telaffuz ederek kullanmaya başladığımız bu kavramın başlangıçta Osmanlı devletinin sadrazamlık makamı için kullanıldığını herhalde bilmeyenimiz yoktur. Daha sonraları bu, Türk basını içinde kullanılmaya başlandı. Osmanlı döneminin sonu, Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında Sirkeci’den başlayarak Babıali binasının önünden geçip giden Cağaloğlu yokuşunun iki yanında bulunan sokaklardaki matbaa ve gazete binalarını kapsayan yer Babıali olarak anılmaya başlanır. Başkentin Ankara’ya taşınmasıyla birlikte Türk basınının bir bölümü de Ankara’da yayın hayatına atılır. Resmi kaynaklara yakınlığı nedeniyle Ankara gazeteciliği ile ekonomi çevreleri ile içli dışlı olmuş İstanbul gazeteciliği arasında ele aldıkları konular nedeniyle doğal karşılanması gereken bir ayrışma ve kendi alanında bir ihtisaslaşma gözlenir.
Basın tarihimizin o anlı şanlı muharrir ve yazarları arasındaki kavgaların ne kadarı doğrudan doğruya bu konu ile ilgilidir? Bunun cevabını vermek bir hayli güç ama Türk basının da bu tür kavgaların hiç eksik olmadığı hepimizin malumu olan bir gerçek.
Aslında kavga sözcüğü tam olarak karşılamıyor anlatılmak isteneni. Buna polemik demek daha doğru olacak. Polemik aykırı görüş ve anlaşmazlıkların yazılı alanda karşılıklı olarak sürdürülmesi demek.
Yakın tarihimizde ilk polemik, Şinasi ile Sait Bey arasındaki “ Mesele-i mebhusetü anha” olarak bilinen polemiktir. Bazı tamlamaların yazımı konusunda anlaşmazlık şeklinde gelişen bu polemik daha sonra yatışır.
Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki “zemzeme-demdeme” olarak bilinen kalem dalaşı edebiyatımıza Servet-i Fünun’cuları kazandırmıştır.
Aynı dönemin bir başka polemiği ise Ahmet Mithat’ın “ İkram-ı Aklam ”yazısı ve buna karşı çıkan başta Cenap Şehabettin olmak üzere klasiklerin Türk edebiyatına kazandırılmasını reddedenler arasında yaşanır. Polemiğe Sait Bey karışınca mesele biraz büyür. Çünkü Sait Bey, tartışmaz Ahmet Mithat’la eğlenir, ona hakaret eder. Ahmet Mithat bunun üzerine “ Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap” başlıklı yazılar kaleme alır.

Mehmet Akif Ersoy – Tevfik Fikret, Nazım Hikmet-Peyami Safa, Sabiha Sertel -Eşref Edip, Uğur Mumcu – Nazlı Ilıcak, Ahmet Taşgetiren-Ahmet Hakan ikilileri bu geleneği sürdürenlerden yalnızca hemen akla gelen örneklerden bazıları.
Ayrıca Oray Eğin “ Çankaya’daki resepsiyonda bir kadın gazeteci aşırı alkol alıp sarhoş oldu” şeklinde yazınca Perihan Mağden, buna; “ Beni kastediyor.” diyerek yazar aleyhinde tazminat davası açmaya karar vermişti. İşte bu olayda yakın zamanların polemiklerinden biri sayılabilir.
Basın dünyasında bu tür çekişmeler sanırım hiç eksik olmayacak. Özellikle şu günlerde fakat
kısır bir döngü içerisinde ele alınmadıkları sürece faydalı olup düşünce ve sanat dünyamıza kazandıracağı dinamizm ile ufkumuzu açabilecek bir etkiye sahip olan bu tür polemiklerin kabul edilebilir ölçüler içerisinde sürdürülmesine dikkat etmek gerek. Aksi halde anlı şanlı gazeteci ve yazarlarımızın kendi okurları arasındaki saygınlık ve nüfuzları tartışılmaya açık bir konuma gelecektir.