5 Şubat 2009 Perşembe

Chomsky'ın petrol ve İsrail lobisi hakkındaki görüşleri

Çarşamba, 04 Şubat 2009 11:10

M.Şahid Elam

ABD'de, İsraile en başta stratejik bir mükellefiyet / borç nazarıyla bakılırken ABD ve İsrail ilişkilerinin 1948'den beri yavaşça evrildiği bir süreç içerisinde artık stratejik varlık olarak bakılmaya başlandı; sürücü koltuğunu işgal edenler ise İsrail ve onun ABD'deki yahudi müttefikleri oldu.

İsrail'in kuruluşuna çobanlık eden Başkan Trumandı ama 1947'de İsrail'in Amerika nezdinde stratejik bir varlık olarak görülmesinden dolayı değildi ve bu çok açıktır. Cheryl Rubenberg şöyle yazmıştı: " ABD'nin İsrail devletinin kuruluşunu desteklemesinin altında güvenlik ve ulusal çıkarlar olduğunu hiçkimse, İsrailliler bile savunmaz." İç politikaydı etkileyen. Truman'ın İsrail devletinin kuruluşunu desteklemesi bir seçim yılına rastlar. Buna ilave olarak, İsrail devletinin kurulmasına verdiği destekten dolayı ABD hemen zarar görmedi – üstelik büyük zararlardı bunlar.- Zarar yavaşça ortaya çıkacaktır: Darbe ilk önce o zamanlar bölgenin en büyük gücü olan Britanya'yı vuracaktır.

Başkan Truman her ne kadar kuruluşuna ön ayak olduysa da ABD'yi bu yeni devletten uzak tutmaya baktı. İsrail beş Arap devletine karşı savaşırken İsraili koruması için Amerikan askerlerini göndermek yerine çatışmanın her iki tarafına da ağır bir silah ambargosu uyguladı. İsrail devleti doğuşu sırasında parçalansaydı, Truman Filistindeki yahudi kolonicileri korumak için acil adımlar atacaktı ancak Siyonist devletin kuruluşunun akîm kalmasına emrivâki nazarıyla bakacak ve de durumu kabullenecekti. Silah ambargosunun kaldırılması için Trumanı ikna etmeye çalışan Siyonist baskı işe yaramadı. İşe bakın ki İsrail'in dönemeçi almasını sağlayan, Çekoslavakya'dan yapılan askeri teslimatlardı belkide.

İsrail, Arap devletlerini bir kez yendiğinde ve 1949'da yahudilere münhasır bir devlet kurmak üzere Filistinlileri kovduğunda, bu vahşi gerçekler artık İsrail'in lehine çalışmaya başladı. ABD önderliğindeki Batılı güçler İsrail devletini tanıdılar ve bu mükellefiyeti savunmak zorunda olduklarının farkına vardılar. Bu arada yenilginin yarattığı aşağılanma, kızgınlığını İsraile ve onun Batılı sponsorlaruna yöneltecek bir Arap ulusçuluğunu kışkırttı.

Bu durum İsrail'in stratejik bir varlık konumuna çıkarılmasına yardım etti. İsrail, ABD'deki yahudi lobisinin desteğiyle birlikte, Arap ulusçuluğuna benzin döken Batı'nın yardımını azamileştirmenin yollarını aradı. İsrail'in askeri üstünlüğünün artması ise Arap devletlerine karşı daha saldırgan bir duruş sergilemesine imkan verdi. İsrail, Batıyı ona karşı savunacağı bir tehdit yaratacak fasit daire oluşturmayı çok geçmeden başardı. Sonuç olarak Fransa, ABD ve İngiltere 1950'ler boyunca İsraile stratejik bir varlık nazarıyla bakmaya başladılar.

Amerika'nın İsraili sarıp sarmalaması 1967'de başlamadı. İsrail'in Haziran Savaşında elde ettiği başarı, İsrail'in kuruluşundan beri işlemekte olan bir süreci sadece hızlandırmıştı – hatta kuruluşundan önce başlamış bir süreci. Hakikat, Siyonistler, yeni bakıcı devlet olarak ABD'nin peşinden gitmeye 1939'da karar vermişlerdi; hedefleri uğruna resmi ABD desteğini kazanmak için Amerikadaki yahudi nüfusunun gücünü kullabileceklerini biliyorlardı.

Bu karara değdiği 1948'de ortaya çıkmıştı. Ancak, İsrail'in kuruluşundan kaynaklanan zararı çembere almanın yoluna bakacaktır ABD. Bununla birlikte bu yöndeki çabalar kendi kendilerine zarar vermekteydiler. Ölüm kaçınılmazdı. Sürücü koltuğuna ABD değil İsrail geçti ve İsrail, kuruluşundan kaynaklanan olumsuz serpintileri azamileştirmenin yollarını aradı. İsrail, kendisine ve ABD'ye karşı Arap tehditini -sınırları çerçevesinde - artırdıkça yahudi lobisi güven tazeliyordu; İsrail'in artık stratejik bir varlık olduğu iddiasını kuvvetlendirmek için yeniden örgütlendi.

İsrail adına işe yarar bir başka fasit dairemiz daha var. Ortadoğu'da Arap – Sovyet tehditi arttıkça Yahudi lobisi güç kazanacaktı. İsrail 1967'de Arap tehditinin çapını düşürdüğünde Yahudi lobisi de İsrail'in ABD'de istiflediği siyasi sermayeyi kullanmaya başlayacaktır. İsrail'in 1967'de Kudüsü ele geçirmesi, Hıristiyan siyonistlere enerji verdi; Yahudi siyonistlerin yüreklendirmesiyle cumhuriyetçi politikaya atıldılar ve çok geçmeden Yahudi lobisinin müttefiki oldular. İsrail'in ve ABD'deki siyonistlerin sınırları böylece alabildiğince genişlemiş oldu. Özel ilişkiler, her başkanlık döneminde daha bir özel olmaya başladı.

Amerikan solundaki çeşitli yazarlar, yahudi lobisinin ABD'nin Ortadoğu politikasının şekillenmesinde önemli bir güç olduğu suçlamasına burun kıvırdılar. ABD'nin İsraili desteklemesinin altında bölgedeki çıkarların yön değiştirmesinin yattığını savunuyorlar. Petrol, bilhassa Suudi petrolü, [Chomsky'ın ifadesiyle] "hârikulade bir stratejik güç kaynağıdır ve dünya tarihindeki en büyük maddi ödüldür"diye söylerler ki doğrudur. Ancak ABD'nin Ortadoğu politikasına yön verenin bu olduğunda ısrar ederler ki yanlıştır.

Tuhaf bir savunmadır bu çünkü İngiltere, 1948'e kadar Ortadoğu petrolü üzerinde tam denetim sağlamıştı, tam bir hâkimiyet ki ABD bunu İsrail'in desteğine rağmen sağlayamıyor. Müteselsilen şunu savunuyorlar: Petrol üzerindeki Batı hâkimiyeti Arap ulusçuluğu ve militan islamcılıktan dolayı tehlikeye düşmüştür. İsrail, Arap ulusçuluğunu ilk önce denetim altına alarak sonra da mağlup ederek, stratejik değerini göstermiştir. İsrail, bölgedeki ABD hegemonyasına yönelik İslamcı meydan okumaya karşı o zamandan beri savaş vermektedir.

Noam Chomksy'ın bu ilişkileri analizini tetkik etmek faydalı olabilir zira ABD'deki hem sol hem de liberal çevrelerde dev bir isim olarak anılır. Chomsky, özel ilişkilerin ardındaki "nedensel etkenleri" "iç baskı grupları" ve "ABD'nin stratejik çıkarları" arasında bir seçim yaparak analiz eder. "Amerikan yahudi cemaati", İsrail ve ABD arasındaki özel ilişkilerde başlıca aktördür savını iki bakımdan özürlü bulmaktadır.
İlki, "İsraile verilen desteğin kapsamını azımsamakta ve ikincisi, karar verme sürecinde siyasi baskı gruplarının rolüne aşırı önem atfetmektedir" diyor. Chomsky, İsrail lobisinin Amerikan yahudi cemaatinden "çok daha büyük" olduğuna işaret etmektedir; liberal fikriyatı, işçi liderlerini, Hıristiyan köktencileri, muhafazakâr şahinleri ve "her cins savaşçıyı" ihtiva etmektedir. İsrail lobisinin bu daha geniş tanımı uygun bir tanımdır ve terimi kullananların çoğunun aklında bu tanım vardır; Chomsky, İsraile yönelik bu daha geniş desteğin mevcudiyetinin, Amerikan yahudilerinin bu lobide oynadıkları rolü azalttığını düşünmektedir.

İki gizli varsayım var ki Chomsky'ın daha büyük bir İsrail lobisi, lobiciliğin yörüngesini gayri yahudi bir kesime kaydırmaktadır şekildeki iddiaya payanda olmaktadır. Birincisi, Hıristiyan köktencileri açıkta bırakarak, Amerikan yahudi cemaati ve sayıp döktüğü diğer iç baskı grupları arasındaki örtüşmeyi izah etmede sorun yaşamaktadır. Bu örtüşme, yirminci yüzyılın ilk yıllarından beri ABD'de mevcuttur ve Savaş sonrası dönem itibariyle hatırı sayılır derecede artmıştır. Yahudilerin, kurumlarda, işçi hareketlerinde ve kamusal söylemi şekillendiren mesleklerde bahse değer bir yer sahibi -böyle olması hakkıyladır - olduklarından nâdiren şüphe duyulur. 1980'lerden başlayarak, yahudi neocon'ların öne çıkması – kendi düşünce kuruluşlarıyla birlikte – muhafazakâr muhitlerde Amerikan yahudilerinin aynı derecede güçlü bir sese sahip olmalarına imkan verdi. George W. Bush'un başkanlık döneminin başlarında yahudi neocon düşüncesinin ağırlığı, bunların hiçbirisinden aşağı değildir. Liderlik çevrelerindeki hatırı sayılır yahudi mevcudiyeti, İsrail taraftarı grup, Amerikan yahudi cemaatinden daha büyüktür diyen Chomsky'ın bu tezinin altını oymaktadır.

Chomsky'ın savının ikinci bir problemi daha vardır. Farklı İsrail taraftarı grupların mevcut olduklarını, farklı olarak hareket ettiklerini ve birbirlerinden bağımsız olarak evrilip geliştiklerini zımnen farzetmektedir; yahut da bu grupların lobi faaliyetlerinin birbirleri üzerinde sadece artırıcı etkiye olduğunu farzetmektedir zımnen. Yahudi örgütlerin, Siyonist projenin ardındaki gayri musevi desteği seferber etmede oynadıkları galvanizleme rolünü görmezden gelmektedir. Amerikan yahudilerinin bireyler ve gruplar halinde – eylemciliği çeşitli düzeylerde söz konusu olmaktadır. Siyonist hareketin liderleri, enerjilerinin büyük bir kısmını resmi karar verme mekanizmasının üst düzeylerinde lobi faaliyetlerine tahsis etmektedirler şüphesiz. Aynı zamanda, gâyeleri için Amerikan toplumunda destek toplamak üzere birbirleriyle uyumlu hareket eden siyonist örgütlerden mürekkep bir şebeke oluşturmak için çok çalışmışlardır.

Amerikan yahudileri, sivil toplumu etkilemek için çeşitli kanallardan istifade ediyor. 1940'larda Siyonist hedefi benimseyen Amerikan yahudileri sayısının gittikçe arması, Siyonizme bağlılıkların derinlik kazanması, en büyük yahudi örgütlerini Siyonizmin hedefini benimseyeme zorladı. Buna ilave olarak, Siyonistler, yola koyuldukları ilk günden beri, Siyonist projeye Kongre ve başkanlık desteğini kazanacak örgütler, ittifaklar, şebekeler ve medyada dolaşıma girecek fikirler ihdas ettiler. Yine ilave olarak, çeşitli sivil toplum sahalarında – İşçi hakları, sivil haklar ve feminist hareketleri - faaliyet gösteren eylemciler ve liderler arasındaki Amerikan yahudilerinin sayısı nispeten fazla olduğundan dolayı sivil toplumun Siyonist projeyi benimsemesi tabîîdir. O halde Amerika'daki belli başlı örgütlerin İsrail taraftarlığının, Amerikan yahudi cemaatinin eylemciliğinden bağımsız olarak yükseldiğini söylemek pek bir anlam ifade etmez.

Söz konusu olan Hıristiyan Evanjelikler olduğunda bu iddia havada kalmıyor mu? Çünkü yahudilerin o tabakada işi yok. 19.yy'ın sonlarından beri İsrail'de kazanımlar elde eden Yahudilerin bir araya toplanması, harekete en güçlü itkiyi veriyordu. ABD'deki Protestan Hıristiyanlar arasındaki Dispansasyonalist mecra – yahudilerin İsrail'de toplanmaları, İsa'nın dünyaya ikinci gelişine takaddüm eder diyenler – her bir Siyonist başarı sayesinde enerji topladı. Bu başarıları – Siyonizmin faaliyete geçmesi, Balfur Bildirisi, İsrail'in kurulması, Kudüs'ün ve Batı Şeria'nın zaptedilmesi - dispansasyonalist itikatlarının teyidi olarak gördüler. Her bir Siyonist zafer, hareketin genişlemesini sağladı. Aynı zamanda, Siyonistler ve evanjelik hareketin liderleri arasındaki doğrudan ilişkileri gözardı etmesi büsbütün saflık olacaktır. Siyonistler, nâhoş inançlara sahip gruplardan gelen desteklere bile nadiren itiraz etmişlerdir.

Noam Chomksy, yahudi lobisinin, ABD politikalarını kendi mecrasına göre etki altına alma yeteneği olduğu fikrine ikinci bir itiraz daha yöneltir. "Hiçbir baskı grubu" der, "gâyeleri gerçek gücü elinde bulunduran seçkin unsurların gâyesine yakın olmadıkça kamusal kanaati denetim altında tutamaz yahut politika geliştirme mekanizmasını sürekli olarak etkisi altına alamaz." Bu savın sorunlarından birisi kolayca söylenebilir. Yahudi lobisini, gerçek gücü elinde bulunduranlara karşı dizilmiş pek çok baskı grupları arasından yer alan bir "baskı grubu" olarak nitelendirmektedir. Yahudi lobisinin dar bir şekilde tanımlanmış "baskı grubuyla" eşitlenmesi hataya yol açmaktadır. Dediğimiz gibi – deliller buna işaret etmektedir - Siyonizmin yahudi aktörleri, kamusal kanaati, siyasi sınıfları ve siyasi kararları etkilemek için çok çeşitli kanallardan istifade etmektedir. Amerikalıların İsrail hakkında neleri bilmeleri, İsrail hakkında nasıl düşünmeleri gerektiğini ve onun hakkında neleri söyleyebileceklerini belirlemek için kamusal kanaati şekillendiren organlar aracılığıyla iş çevirmektedirler. Bu, küçük Küba lobisi değil, Polonya lobisi yahut Kore lobisi değil. Yahudi lobisinin emri altındaki mâli kaynakların çapını, seferber edebileceği siyasi güçleri, Ortadoğu politikası hakkındaki kamu kanatine yön vereceği vasıtaları bir kez kabul ettikten sonra ona lobi demekten imtina ederiz.

Chomsky, kendi "gerçek gücü elinde bulunduran seçkin unsurlar" savını baltalamakta gecikmez. Seçkin unsurların çıkarlarda veya (ortak çıkarlar söz konusu olduğunda da) taktik kanılarda tekbiçimli olmadıklarını; ve bazı meseleler üzerinde, mesela İsrail politikasında, aralarında ayrılık olduklarını söyler. Bununla beraber, çıkarlarındaki farklılıklara rağmen, taktiklerinde ve bölünmelerindeki farklılıklara rağmen bu seçkin unsurlar yine de "gerçek güce" sahiptirler. İşin garibi, bu bölünmüş seçkinler – herkimseler – cepleri para dolu, hiyerarşik olarak yapılanmış, kilit sivil toplum organları üzerinde, seçim kapmanyaları ve halk oyu üzerinde nüfuz tasarruf eden yahudi lobisi üzerinde veto gücünü ellerinde bulundururlar.

Chomsky'ın savı – aynı paragrafta ikinci kez – "seçkin unsurlardan" "Amerika'nın Ortadoğuya yönelik siyasi-stratejik çıkarları hakkında duyulan telakkilerinin değişmesine" doğru kayıverir. ABD'nin İsrail politikasının başlıca belirleyeni hakkında yeni bir teori sunar. "Siyasi-stratejik çıkarların" merkezinde Ortadoğunun petrol zenginliği – ve petrol zenginliği üzerindeki Amerikan denetimine karşı Arap ulusçularından ve Sovyetlerden yönelen çifte tehdit vardır.

Zannedersem, İsrail, Arapları ve Sovyetleri kapıda tutarak bu "siyasi-stratejik çıkarları" korumaktadır. Chomsky, Ortadoğu'daki Amerikan çıkarlarını hedef alan Arap ulusçuluğu tehditinin büyük ölçüde İsrail'in bölgeye eklenmesinin, Filistinlileri etnik temizliğe tâbi tutmasının ve kuruluşundan beri Araplara karşı saldırgan tutum sergilemesinin sonucu olduğunu münasip bir şekilde unutmaktadır. Sovyet tehditini izaha gerek yok. Ne de olsa Arap ulusçuluğunun sırtında geldiler bölgeye. Aslında İsrail kurulmamış olsaydı, Ortadoğu'daki tüm devletlerin – Türkiye ve Pakistan mesela – Batı nüfuz sahasında kalmasına kesin gözüyle bakılabilirdi.

Amerika'nın Ortadoğu politikalarının petrol merkezli olduğuna ikna teşebbüsüyle Birleşik Devletlerin "ödülü (Suudi petrolü) kazanmaya ve elde tutmaya" azimli olduğunu iddia ediyor Chomsky. ABD, İsrail olmaksızın "ödülü" elde tutamıyor herhalde.

Bu sav geçersizdir çünkü tarihi gözardı etmektedir. Amerikan petrol şirketleri -daha sonra Aramco olarak birleşeceklerdir - 1933'ten başlayarak Suudi petrolünü arama, çıkarma ve pazara dağıtma hakkını almışlardı. Münhasır haklar. Suudiler 1973'de Aramco'nun yüzde 25'lik hissesini aldılar. Suudi petrolü üzerindeki ABD denetimine karşı 1950'lerde Arap ulusçuluğu tehditi olsaydı – İsrail'in yokluğunda – bu durumda ABD, S.Arabistan'da bir ya da birkaç askeri üssü pekâla kurabilirdi yahut da tercihen, Emirliklerden birinde, zira S.Arabistan'daki Amerikan askeri varlığı İslami hissiyatı ateşleyebilirdi. Suudi petrolü üzerindeki denetimi tahkim etmekten çok uzak olan İsrail, Arap ulusçuluğunu kızıştırarak S.Arabistana Aramco'nun yüzde 25'lik ilk hissesini alma ve daha sonra 1988'de tümden kamulaştırma mazeretini vermişti.

Chomsky, Birleşik Devletlerin hârikulade petrol ödülünü kazanma ve elinde tutmaya azimli olduğunu iddia ediyor. ABD'nin yıllar içerisinde izlediği Ortadoğu politikasının sonuçları bu iddiayı desteklemiyor. Şayet ABD bu gâye'ye azmettiyse, öyle bir Ortadoğu politikası izlerdi ki ABD petrol şirketlerinin bölge petrollerini arama, çıkarma ve dağıtım haklarını azamileştirmesi -asgari başarısızlıklık riskiyle - beklenirdi. Sonuç bu değil.

İsrail'i kuran, yardım eden ve silahlandıran ABD, tam tersi etkiler doğuracağı ki doğurdu, kolaylıkla öngörülebilecek politikalar izledi. Arap ulusçuluğunu yükseltti, radikalleştirdi ve birkaç yıl içerisinde Arap ulusçuluğunun dört kilit Arap ülkesinden üçünü ele geçirmesine yol verdi. Arkasından, ABD'nin uydusu olmayı sürdüren Arap devletlerindeki petrol zenginliğinin kamulaştırılmasına sıra geldi; Arap ulusçuluğunun ele geçirdiği, Amerikan petrol şirketlerine kapı gösteren üç Arap ülkesi bir yana. İlave olarak, Amerika'nın Ortadoğu politikaları, Ortadoğuyu muharebe sahasına çevirdi. ABD ve Sovyetler arasında büyük gerilimlere de beşiklik etti zira ABD'nin İsrail yandaşlığı, Arap ulusçusu rejimleri Sovyetler Birliğine doğru ötelemişti. 1973 Ekim Savaşında, Amerika, Arap devletlerini ABD'ye karşı pahalı bir petrol ambargosuna kışkırtmıştı – çünkü ABD, savaş sırasında İsrail ordusuna yardım kararı almıştı. Petrol şirketlerinin itiraz ve savunmalarına rağmen petrol üreticisi üç ülkede iş yapmalarını yasakladı – İran, Irak ve Libya.

Şayet ABD'nin Ortadoğu politikasını tayin eden petrol olsaydı, tüm o politikalar üzerinde petrol lobisinin parmak izlerini görürdük. Mearsheimer ve Walt'a göre petrol lobisi tüm çabalarını, son birkaç on yıldır, "dış politikadan daha ziyade neredeyse bütünüyle ticari çıkarlar" üzerine yöneltti. Lobi faaliyetlerinin çoğunu vergi politikaları üzerinde yapılacak kazançlı alışverişlere, devlet düzenlemelerine, sondaj haklarına vb adıyorlar. AIPAC dahi buna şahittir. Eski AIPAC müdürü Morris J. Amitay 1980'lerin başlarında şöyle kaydetmişti: "(petrol şirketlerini) dış politika meselelerinde lobi yaparken nâdiren görüyoruz...yani bir anlamda bu sahayı elimize geçirdik."
ABD'nin İsrail ve Ortadoğu politikasında petrolün mü yoksa yahudi lobisinin mi belirleyici olduğu niçin önemlidir?

Bu soruya verilecek cevabın önemli sonuçları vardır. Sorumluluk makamında kimin olduğunu ve dolayısıyla İsrail'in savaş tâcirliğine ve Filistin toplumunu imhasına karşı çıkan insanların kimi hedef alması gerektiğini tayin edecektir. Şayet ABD politikalarının belirleyicisi stratejik çıkarlarsa ve İsrail stratejik bir varlıksa o halde bu politikaya muhalefet etmek kolay bir iş olmayacaktır. Şayet İsrail petrol akışını sağlıyor, petrolü ucuz tutuyor, Arapları ve İslamcıları denetim altına alıyorsa – birkaç milyar dolarlık masraftır tüm bunlar – bu bir kazanımdır. Bu durumda bu politikanın muhalifleri yokuş yukarı bir görevle karşı karşıyadırlar. Gayri ahlâki sonuçları sayıp ortaya dökebilirler elbet – Noam Chomsky ve diğerlerinin yaptığı gibi. Böylesi ahlâki savlar pek işe yaramayacaktır ama. Birkaç on bin Arap öldürüyor diye Amerikalıların "harikulade ödülü" feda etmeye ikna edilmeleri ihtimali yüzde kaçtır?

Diğer yandan, şayet ABD'nin Ortadoğu politikalarının belirleyicisi yahudi lobisi ise, iyimser olmak için bir hareket alanı mevcuttur. En önemlisi, bu politikanın muhalifleri, İsrail'in stratejik bir varlık olduğunu iler süren hâkim paradigmayı tahtından etmelidirler. Ek olarak, İsrail'in ABD'ye yüklediği iktisâdi, siyasi ve ahlâki mâliyetlerin her bir cüzüne odaklanmalıdır. Entelektüel savların kazanılması, savaşın yarısının kazanılması demektir; kendilerini incittiğinden dolayı bu politikalara artık bir son verilmesini isteyecek Amerikalıların sayısını artıracaktır. Eş anlı olarak, Filistinliler için adalet talep edenler, İsrail lobisine muhalafet etmek üzere örgütlenmeli ve Ortadoğu'daki yıkıcı politikalarının ahlâki, siyasi ve iktisâdi sonuçlarına katlanmaya İsrail'i icbar etmelidirler.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı