Amerika’nın, yeni başkan Obama ile dış politikada nasıl bir yol haritası izleyeceği konusu, bugünlerde en az Amerikan halkı kadar dünya kamuoyunun da ilgisini çekmekte. Doğrusu, bu eğilimi yalnızca ilgi düzeyinde bir merakla açıklayamayız. Çünkü 11 Eylül saldırılarının, oluşan kaotik ortamın miladı kabul edildiği tarihten bugüne aradan geçen bunca zamana rağmen müttefiklere aradıkları güven ve istikrarı sağlayamayan Amerika, başta ekonomik kriz olmak üzere, her tür terör olayının da odak merkezi olarak algılandığı bir konuma düşmüştür. Bunda hiç şüphesiz, baba Bush ile başlayan ve oğul Bush ile sürdürülen neocon politikalarının olumsuz etkileri bulunmaktadır. Peki, dış politika başta olmak üzere her konuda pragmatist bir realizmin öncülüğünü yapmış bir ülke, bu gerçeği nasıl göz ardı edebildi? Bu durum, seçmenlerinin sayısal oy çokluğu ile gurura kapılarak gerçeklerden kopan iktidar ve ardındaki odakların hatalarıyla açıklanabilir mi yalnızca? Bir yönetim körlüğünden söz edilebilir mi burada? Elbette hayır. Sanırım, durum bundan daha vahim.
Yirminci yüzyıla dek homocapitalist bir varlık olan insanlık artık dünya algılamasında yeni bir çığır açarak kendisine sunulan imkânlarla yetinmemekte bugün. Yeni açılım ve heyecanlara yönelmekte, yeni ihtiyaçlar belirlemekte kendisine. Belki henüz kendisinin dahi adlandırmadığı bu dönüşümün ardından mistik söylemleri ve bu bağlamda dinamik bir politik açılım vaat eden neocon’cu akımlara prim verdi. Yaşanan tecrübeler realist politikaların haklılığının anlaşılmasına yetti mi? İşte Amerikan iç gündemi siyasi çevrelerde böyle bir tartışmanın yaşanmasına tanık olmakta.
2001 yılından beri gösterdikleri başarısız performans ile gözden iyice düşmesi gereken neocon politikaları ellerindeki basın aracılığıyla politikada realist açılımları savunan ve yakın bir zamanda Amerikan başkanlık koltuğuna geçecek olan siyasi odağın kendisini yeterince anlatabilmesine izin vermemektedir.
Realist politikacıların dış politikaya bakış açısı nedir? Bunu kendileri ; “ Dünya gerçekte nasılsa, ona öylece davranılması gerektiği” şeklinde formüle ederler. Uluslar arası sistemin rekabetçi bir ortam olduğu ve bu arenada devletlerin başkalarına güvenmeden, dış tehdit algılamasını abartmadan, önceliklerini doğru olarak sıraladığı ve başka coğrafyalarda budalaca maceralara atılmadığı bir politik görüş olarak özetlemek mümkün. Abartılı bir global sosyal planlamaya, çıkarların hayati ölçüde tehlikeye girmediği sürece karşı çıkarlar.
Ulusal yapıların gücüne inanarak onlarla mücadele yerine işbirliğine gitmeyi fakat tehdide dönüşmeleri durumunda “böl ve yönet” mantığı ile pasivize edilmelerini ilke edinirler.
Nitekim başta Kennan olmak üzere realist politikacılar, dünya üzerinde komünist bloğun tek bir vücut şeklinde düşünüldüğü zamanlarda, durumun hiçte zannedildiği gibi olmadığına inanarak 1970’li yıllarda Amerika’ya Kızıl Çin’le yakınlaşma tavsiyesinde bulunmuşlardı.
Maniheist felsefenin şekillendirdiği neocon yaklaşımı sanırım önümüzdeki dönemde nüfuzunu iyice yitirecek Amerikan seçmeninin gözünde.
Çok kutuplu bir yapılanmanın iyiden iyiye kendisini göstererek palazlandığı bugünkü süreçte bir nevi klasik dönemin siyasal modelleri ile Obama iktidarına danışman olmaya hazırlanan Realist Politik söylemler kabul görmeleri durumunda acaba şu anki gidişata nasıl bir cevap verecekler? Bence Obama, kendileriyle dirsek temasına geçti bile.
Çok kutuplu yapılanma kendi sınırlarını belirleyinceye kadar gündemin sıcak gelişme ve çalkantılarla şekilleneceği bir arenada Amerika, kendi donanımlarıyla burada yer almaktan kaçınmayacaktır. Dost ve müttefiklerinin konumunu bir daha gözden geçirerek, oyuna şimdi kimlerle ve nasıl devam edeceğinin kararını vermekle meşgul olmalıdır.
Aydın AKDENİZ