Boğazların konumu, Asya ile Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran doğal bir yapı olmasının yanı sıra Ege Denizi üzerinden Marmara ve Karadeniz’e uzanacak ya da ters istikamette izlenebilecek deniz trafiğinin kontrol edilebilmesine imkân vermesi nedeniyle geçmişten bugüne önemini hiç yitirmedi. Boğazların stratejik öneminin fark edilerek bunun askeri ve siyasi amaçlarca kullanımı acaba tarihin hangi döneminde ön görülebilmişti?
Sorunun cevabı araştırıldığında karşımıza Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet çıkıyor. Fatih’in “Karadeniz’i Osmanlı gölü yapma” hedefinde ilerlemesi,1452 yılında İstanbul Boğazı’nın en dar yerine Rumeli Hisarı’nı yaptırıp buradan geçecek her gemiden geçiş ücreti olarak “ müruriye” almasıyla başlamış olup 1484’te Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki Kili ve Akkerman kalelerini feth etmesiyle sonuçlanmış olur. Zamanın süper gücü olan İngiltere bu iki kalenin fethini “ Ancient rule of the Ottoman” adıyla tanımlar ve konumunu kabullenir. Ayrıcalıklı durumun sürdürülmesine Rusların Karadeniz’e inmelerinin engellenilmesi nedeniyle göz yumulur. Ancak Osmanlı’nın 1736 yılında Azak Kalesi’ni Ruslara terk etmesi ve ardından Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ın Ruslara bırakılması, boğazlar üzerindeki hâkimiyetin kaybedilmeye başlamasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren Ruslar, Karadeniz’de harp gemisi bulundurmak, kendi gemileriyle ticaret yapmak ve ticari gemilerini boğazlardan rahatlıkla geçirmek hakkını elde etmiş bulunuyorlardı. Rusya’nın Fransa ile boğazların kontrolüne yönelik görüşmeler yaptığı öğrenilince Osmanlı Devleti 1809 yılında Britanya ile “ Kale-i Sultaniye Anlaşması” imzalar ve bu oyunu bozmaya çalışır. Ancak Britanya ile yapılan bu anlaşma Boğazların statüsünün ikili görüşmeler ile belirlenmesine razı olmak anlamına geliyordu.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1831’de Osmanlı’ya karşı ayaklanması ve ardından oğlu İbrahim Paşa’nın Konya’da Osmanlı’yı mağlup etmesi üzerine Avrupalı devletlerden yardım alınamamış ve beklenen yardım Rusya’dan gelmiştir. Rusya ile bu yardım karşılığı 1833 yılında “ Hünkâr İskelesi Anlaşması” imzalanmış ve anlaşmanın sekiz yıl için geçerli olduğu konusunda mutabakata varılmıştır. Anlaşma maddeleri arasında “ Rusya’nın talebi halinde Osmanlı’nın Boğazlara yabancı herhangi bir savaş gemisini sokmayacağı taahhüdü vardı.
1839 yılında Kavala’nın Osmanlı ile Nizip’te tekrar karşılaşması üzerine Osmanlı, 13 Temmuz 1841 yılında Rusya, Avusturya, Fransa, Britanya ve Prusya ile “ Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Sözleşmesi” imzalandı. Barış zamanlarında Boğazların savaş gemilerine kapalılığı ilkesi Osmanlı Devleti’nin takdir ve tasarrufundan çıkarılarak uluslar arası yükümlülüklere bağlanması bu anlaşmanın en önemli maddesi oldu.
Anlaşma, küçük ihlal ve itirazlara rağmen Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar geçerli oldu. İhlallerin en önemlisi, Ağustos 1914 yılında Osmanlı Devleti’ni savaşa dâhil olmaya iten Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin Boğazlardan geçerek Rusya limanlarını bombalaması olayı idi. İtilaf devletleri Boğazların kontrolünü Rusya’ya kaptırmamak için İstanbul’u işgal etmek zorunda kalmışlardı. Savaşın ardından Lozan Barış Anlaşması’nın bir parçası durumundaki ‘ Boğazların Tabi Olacağı Usule Dair Mukavelename’ye göre’ Boğazların statüsü tekrar değerlendirilmiş ve 1841’deki şartlar geçerli kabul edilmişti. Türkiye’nin Boğazların konumunu kendi lehine çevirmek yönündeki girişimleri, Möntre ( Montreux) Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması ile sonuç vermişti ( 20 Temmuz 1936).
( Yararlanılan Kaynak; Ayşe Hür, 24 Ağustos 2008 tarihli makale)
Geçerliliği yirmi yıl ile sınırlandırılmış olan anlaşma, şimdilik itiraz edilmeksizin uygulanmaktadır. Taraf olan üye ülkelerden herhangi bir başvuru olduğu takdirde konumu tekrar gözden geçirilebilecek olan anlaşma, Boğazların kuzeydeki gelişmeler nedeniyle stratejik öneminin tekrar fark edilerek öne çıktığı bugünlerde umarım taraflar arasında yeni anlaşmazlıklara neden olarak ülkemizi taraf olmaya zorlamaz.
Sorunun cevabı araştırıldığında karşımıza Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet çıkıyor. Fatih’in “Karadeniz’i Osmanlı gölü yapma” hedefinde ilerlemesi,1452 yılında İstanbul Boğazı’nın en dar yerine Rumeli Hisarı’nı yaptırıp buradan geçecek her gemiden geçiş ücreti olarak “ müruriye” almasıyla başlamış olup 1484’te Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki Kili ve Akkerman kalelerini feth etmesiyle sonuçlanmış olur. Zamanın süper gücü olan İngiltere bu iki kalenin fethini “ Ancient rule of the Ottoman” adıyla tanımlar ve konumunu kabullenir. Ayrıcalıklı durumun sürdürülmesine Rusların Karadeniz’e inmelerinin engellenilmesi nedeniyle göz yumulur. Ancak Osmanlı’nın 1736 yılında Azak Kalesi’ni Ruslara terk etmesi ve ardından Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ın Ruslara bırakılması, boğazlar üzerindeki hâkimiyetin kaybedilmeye başlamasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren Ruslar, Karadeniz’de harp gemisi bulundurmak, kendi gemileriyle ticaret yapmak ve ticari gemilerini boğazlardan rahatlıkla geçirmek hakkını elde etmiş bulunuyorlardı. Rusya’nın Fransa ile boğazların kontrolüne yönelik görüşmeler yaptığı öğrenilince Osmanlı Devleti 1809 yılında Britanya ile “ Kale-i Sultaniye Anlaşması” imzalar ve bu oyunu bozmaya çalışır. Ancak Britanya ile yapılan bu anlaşma Boğazların statüsünün ikili görüşmeler ile belirlenmesine razı olmak anlamına geliyordu.
Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1831’de Osmanlı’ya karşı ayaklanması ve ardından oğlu İbrahim Paşa’nın Konya’da Osmanlı’yı mağlup etmesi üzerine Avrupalı devletlerden yardım alınamamış ve beklenen yardım Rusya’dan gelmiştir. Rusya ile bu yardım karşılığı 1833 yılında “ Hünkâr İskelesi Anlaşması” imzalanmış ve anlaşmanın sekiz yıl için geçerli olduğu konusunda mutabakata varılmıştır. Anlaşma maddeleri arasında “ Rusya’nın talebi halinde Osmanlı’nın Boğazlara yabancı herhangi bir savaş gemisini sokmayacağı taahhüdü vardı.
1839 yılında Kavala’nın Osmanlı ile Nizip’te tekrar karşılaşması üzerine Osmanlı, 13 Temmuz 1841 yılında Rusya, Avusturya, Fransa, Britanya ve Prusya ile “ Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Sözleşmesi” imzalandı. Barış zamanlarında Boğazların savaş gemilerine kapalılığı ilkesi Osmanlı Devleti’nin takdir ve tasarrufundan çıkarılarak uluslar arası yükümlülüklere bağlanması bu anlaşmanın en önemli maddesi oldu.
Anlaşma, küçük ihlal ve itirazlara rağmen Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar geçerli oldu. İhlallerin en önemlisi, Ağustos 1914 yılında Osmanlı Devleti’ni savaşa dâhil olmaya iten Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin Boğazlardan geçerek Rusya limanlarını bombalaması olayı idi. İtilaf devletleri Boğazların kontrolünü Rusya’ya kaptırmamak için İstanbul’u işgal etmek zorunda kalmışlardı. Savaşın ardından Lozan Barış Anlaşması’nın bir parçası durumundaki ‘ Boğazların Tabi Olacağı Usule Dair Mukavelename’ye göre’ Boğazların statüsü tekrar değerlendirilmiş ve 1841’deki şartlar geçerli kabul edilmişti. Türkiye’nin Boğazların konumunu kendi lehine çevirmek yönündeki girişimleri, Möntre ( Montreux) Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması ile sonuç vermişti ( 20 Temmuz 1936).
( Yararlanılan Kaynak; Ayşe Hür, 24 Ağustos 2008 tarihli makale)
Geçerliliği yirmi yıl ile sınırlandırılmış olan anlaşma, şimdilik itiraz edilmeksizin uygulanmaktadır. Taraf olan üye ülkelerden herhangi bir başvuru olduğu takdirde konumu tekrar gözden geçirilebilecek olan anlaşma, Boğazların kuzeydeki gelişmeler nedeniyle stratejik öneminin tekrar fark edilerek öne çıktığı bugünlerde umarım taraflar arasında yeni anlaşmazlıklara neden olarak ülkemizi taraf olmaya zorlamaz.
Author: Aydın AKDENİZ