Uzandığı yatağında, yorgun düşen bedeni daha fazla direnmeden uykunun tatlı rehavetine yenik düşmüş ve kraliçe gözlerini kaparken şu sözleri mırıldanmaktan alamamıştı kendini;
“ Ey ulu Tanrı, rüzgârın içinde duyduğum ses biliyorum ki sana ait. Küçük ve güçsüz şu halimle ben, senin çocuklarından biriyim yalnızca ve senin gücüne, bilgeliğine ihtiyacım var. İzin ver, hep güzellikler içinde yürüyeyim ve gözlerim daima farkına varabilsin kırmızı, mor günbatımlarının. Ellerim, şu yarattığın kullarının yararına olacak işler koyarak ortaya sana olan bağlılığıma delil olacak işler üretsin. Kulaklarım açıkça duyabilsin sesini. Beni öylesine bilge yap ki, insanlarıma yaptıklarını öğrenebileyim, kayalara, kumullara, yapraklara gizlediğin gizemi anlayabileyim. En büyük düşman olan kendi benliğim ile savaşıp beni sana ulaştıracak o gücü bulabileyim ve hazır olayım sana gelirken. Temiz eller ve müşfik gözlere, öyle ki yaşam bir günbatımı gibi solmaya başladığında ruhum sana saf ve lekesiz gelebilsin. O güne kadar tüm insanları ve ailemi koru Tanrım!”
Nabukadnezar, danışmanlarıyla yaptığı toplantıyı bitirdiğinde gece bir hayli ilerlemişti. Eşinin yanına geldiğinde onu uykuda buldu.
“ Kraliçe, derin bir uykuda. Ne kadar da masum bir görünüşü var. Şu haliyle bile Tanrıları kıskandıracak kadar güzel ve alımlı.” Dedi usulca.
“ Acaba ona farkında olmadan en büyük kötülüğü mü yaptım, onu şu ıssız çöllere getirerek! Biliyorum ki avutmayacak onu; Ne Babil’in asma bahçeleri, ne şu güç ve ne de saltanatım! O benim içimde, benden başkasının bilemediği ruh halimin, ete kemiğe dönüşmüş canlı bir kopyası. Ne var ki, o dahi bilmemeli, sırrına ulaşamamalı yüreğimdeki şefkatin. Tanrın Apat, seni tüm kötülüklerden korusun güzel kraliçem! ” dedi ve usulca öptü yanaklarından eşini.
Yan odaya geçtiğinde henüz ayakta olan sadık hizmetçisine seslenerek kendisi için bir madhu iksiri hazırlamasını istedi. Hizmetçi, efendisinden aldığı direktif üzerine odadan koşarcasına uzaklaşırken yardımcılarından derhal başrahibi uyandırmalarını istedi.
Başrahip gecenin şu vaktinde uyandırılmaya alışkındı. Koridorda koşuşturan ayak seslerini duyduğunda, acelenin kendisi için olduğunu anladı rahip efendi. Daha adamlar odaya ulaşmadan hazırlanmış ve yanına gelenleri kapıda karşılamıştı. Rahip, oradan ayrılmadan önce madhu iksirinin yapımı için gerekli olan malzemeleri aldı odadan. Sarayda ki tapınağa acele ile koştururken sabah önemli bir hareketliliğin yaşanacağını düşündü. Neydi acaba bu! Şu son günlerde Kral Nabukadnezar’ı bu kadar tedirgin eden ne olabilir di?
“ Ey ulu Tanrı, rüzgârın içinde duyduğum ses biliyorum ki sana ait. Küçük ve güçsüz şu halimle ben, senin çocuklarından biriyim yalnızca ve senin gücüne, bilgeliğine ihtiyacım var. İzin ver, hep güzellikler içinde yürüyeyim ve gözlerim daima farkına varabilsin kırmızı, mor günbatımlarının. Ellerim, şu yarattığın kullarının yararına olacak işler koyarak ortaya sana olan bağlılığıma delil olacak işler üretsin. Kulaklarım açıkça duyabilsin sesini. Beni öylesine bilge yap ki, insanlarıma yaptıklarını öğrenebileyim, kayalara, kumullara, yapraklara gizlediğin gizemi anlayabileyim. En büyük düşman olan kendi benliğim ile savaşıp beni sana ulaştıracak o gücü bulabileyim ve hazır olayım sana gelirken. Temiz eller ve müşfik gözlere, öyle ki yaşam bir günbatımı gibi solmaya başladığında ruhum sana saf ve lekesiz gelebilsin. O güne kadar tüm insanları ve ailemi koru Tanrım!”
Nabukadnezar, danışmanlarıyla yaptığı toplantıyı bitirdiğinde gece bir hayli ilerlemişti. Eşinin yanına geldiğinde onu uykuda buldu.
“ Kraliçe, derin bir uykuda. Ne kadar da masum bir görünüşü var. Şu haliyle bile Tanrıları kıskandıracak kadar güzel ve alımlı.” Dedi usulca.
“ Acaba ona farkında olmadan en büyük kötülüğü mü yaptım, onu şu ıssız çöllere getirerek! Biliyorum ki avutmayacak onu; Ne Babil’in asma bahçeleri, ne şu güç ve ne de saltanatım! O benim içimde, benden başkasının bilemediği ruh halimin, ete kemiğe dönüşmüş canlı bir kopyası. Ne var ki, o dahi bilmemeli, sırrına ulaşamamalı yüreğimdeki şefkatin. Tanrın Apat, seni tüm kötülüklerden korusun güzel kraliçem! ” dedi ve usulca öptü yanaklarından eşini.
Yan odaya geçtiğinde henüz ayakta olan sadık hizmetçisine seslenerek kendisi için bir madhu iksiri hazırlamasını istedi. Hizmetçi, efendisinden aldığı direktif üzerine odadan koşarcasına uzaklaşırken yardımcılarından derhal başrahibi uyandırmalarını istedi.
Başrahip gecenin şu vaktinde uyandırılmaya alışkındı. Koridorda koşuşturan ayak seslerini duyduğunda, acelenin kendisi için olduğunu anladı rahip efendi. Daha adamlar odaya ulaşmadan hazırlanmış ve yanına gelenleri kapıda karşılamıştı. Rahip, oradan ayrılmadan önce madhu iksirinin yapımı için gerekli olan malzemeleri aldı odadan. Sarayda ki tapınağa acele ile koştururken sabah önemli bir hareketliliğin yaşanacağını düşündü. Neydi acaba bu! Şu son günlerde Kral Nabukadnezar’ı bu kadar tedirgin eden ne olabilir di?
Author:A.AKDENİZ