31 Temmuz 2008 Perşembe

Politik İllizyon Ve Babil'in İskambil Kuleleri VII


Zaten kasvetli bir ruh haliyle uykuya dalmış olan Nabukadnezar, bu yorgunluğun üzerine bir de iksirin etkisi eklenince büsbütün kendinden geçmiş ve derin uykusunda o güne dek şuur altında biriktirdiği his ve düşünce dağınıklığıyla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Rüya görüyordu şimdi. Eğer adına rüya denilebilirse bunların tabii! Birbirinden kopuk, uçuk kaçık izlenimlerdi gördükleri. Gerçi normal zamanlarda rüyada görmezdi. Şu yoğun işler arasında uykuya ayırabileceği zamanı mı vardı sanki!
Uyuduğu o kısıtlı anlarda ise çoğu zaman dinlenemeden kalkardı tekrar. Rahat ve kaygısız bir uykunun özlemini hanidir duymaktaydı. Şimdi ise bütün bir benliği, uykunun o dayanılmaz etkisine kapılmış ve fırtınalarla dolu ömrünün bir bilânçosu gibi yaşadıkları şekilsiz, ilintisiz birer garip algılamalar bağıntısı şeklinde karşısına çıkmaktaydı.
Önce adamlarıyla birlikte bir vahada gördü kendisini. Vahanın gölgeliklerine üçer beşer dağılmış olan askerler yorgunluğu atmaya çalışıyorlardı üzerlerinden. Kimi, ağaçların çepe çevre kuşattığı küçük göletten ellerindeki tulumlara su doldurmaya çalışıyor, kimi de yüksek sesle şakalaşıyordu aralarında. Bir taraftan üzerini başını toplamaya çalışırken öte yandan bağlandıkları yerde huysuzlaşan atları yatıştırmaya uğraşan askerler… Öfkeyle sağa sola komut veren subaylar… Kendi çevresinde adeta etten bir duvar oluşturan komutan ve yol arkadaşları. Geceyi geçirmek üzere konaklayacakları bu yerde kurulmaya çalışılan çadırları sanki orada yeniden bunları yaşıyormuşçasına gördü Nabukadnezar.
Ardından bu kez biricik eşi Amytisle beraber asma bahçelerinde gördü kendisini… El ele tutuşmuş, aralarında sessizce konuşurken.
Amytis’in tebessüm eden yüzü, kendisine yönelmiş mutluluk dolu bakışları. Üzerindeki yeşil ipek elbisenin uçuşan kıvrımları ve bunun teninde dalga, dalga akışı…
Nabukadnezar, başındaki altın miğferi çıkararak sağ kolu altına alıyor, sıcağın etkisiyle terleyen vücudunda, altın zırhın ağırlığı iyice çekilmez bir hal alıyor.
Tam, bunu da üzerinden çıkarmayı düşündüğü bir anda bakışlarını birden kendi ayaklarına yöneltiyor ve gördükleri karşısında hayretler içinde kalıyor çünkü ayaklarında bulunan sandaletlerinde altından olduğunu görüyor.
Bir anlam veremiyor, garip buluyor bu gördüklerini. Bakışlarını kaldırıp Amytis’e çevirdiği sırada nereden geldiklerini anlamadığı pek çok insan beliriyor çevrelerinde.
Üst başlarındaki elbiselerin paramparça olduğu bu insanlar kızgın ve öfkeli. Homurtular halinde sayıklayarak üzerlerine doğru geliyordu!
Nabukadnezar, eşini oradan usulca çekerek uzaklaşmak istediği sırada vücudunu hareket ettiremediğini fark ediyor. Dehşet içerisinde vücudunun altından bir heykele dönüşmesini izliyor. Güneyden esen güçlü bir fırtına eşi Amytis’i havalandırdığı gibi doğu tarafına, Pars illerine doğru sürüklemeye başlıyordu!
Nabukadnezar çaresizce olup biteni izlerken kararan gökyüzü, sağanak yağmurla beraber sel olup akıyordu Babil sokaklarına.
Sulara kapılan insanlar bata çıka uzaklaşıyordu gözlerden. Tapınaklar, kerpiç evler, hayvan sürüleri telef olup gidiyordu hep. Ülkenin kuzeyindeki dağlar ateş kusmaya başlamıştı. Ateşten oluşan ırmaklar ise kasıp kavuruyordu önüne çıkanı!
Babil’in asma bahçeleri yanıyor, tutuşuyor. Gökyüzüne yükselen duman ve is kapkara bulutlar oluşturuyordu orada! Göz gözü görmüyordu bu karanlıkta. Zifiri karanlık ise ürpertiyordu görenleri.
Nabukadnezar umutsuzca çığlık atmaya çalışıyor fakat nafile bir çaba oluyordu bu! Vücudunun tekrar değiştiğini görüyor… Ayakları kile, gövdesi demire, kolları bronza dönüşüyor… Başı ise altına. Vücudu: altın, bronz, demir ve kilden oluşan hareketsiz bir heykele dönüşmüştü şimdi.
Dağlardan gelen sel suları kilden oluşan bu ayakları aldı götürdü beraberinde! Nabukadnezar, korku dolu şaşkın bakışlarla izledi ayaklarının kopuşunu…
Ardından ateş ırmakları ulaştı bulunduğu yere. Önce mermer kaide yuvarlandı yere. Sonra bu ateş ırmağı mermer kaideyi yutarak bulunduğu yere ulaştı ve demirden gövdesini eritmeye başladı.
Nabukadnezar umutsuzluk içinde yalnızca izliyordu olup biteni. Elinden başka bir şey gelmiyordu! Hem sonra kaçıp uzaklaşması neyi değiştirirdi ki! Çaresizce ateş ırmağının vücudunun kalan son kısmını da yalayıp yutmasını izlemişti. ( Devam edecek)
Author: A.AKDENİZ
aakdeniz1965@hotmail.com
http://hadrianapolis.wordpress.com/